Ankara’da ortaya çıkan can sıkıcı bir tablo, Emniyet içerisinde yaşanan kabul edilemez bir komplo süreci var.
Komploya bulaştırılmak istenen isimlerin önemli bir kısmı Cumhurbaşkanı Erdoğan ile çok yakın çalışmış isimler.
Buradan yola çıkacak olursak komplonun hedefi Cumhurbaşkanı Erdoğan diyebiliriz.
Yaptığı açıklamalara baktığımızda İçişleri Bakanlığı’nın okuması, komplonun Bakan Yerlikaya’yı hedef aldığı şeklinde.
İçişleri Bakanı’na komplo kuranların, atama yetkisini elinde bulunduran Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hedef alındığı izlenimini vermeleri normal.
Nereden bakarsanız bakın, tablo kabul edilebilir bir tablo değil ve mutlaka sürecin aydınlatılması gerekir.
Buraya kadar konuya dair kalem oynatan herkesle aynı fikirdeyim.
★★★
Ortada mücadele edilmesi gereken bir tablo var ama kimi kalem sahipleri krizden fırsat çıkarma peşine düşmüş durumdalar.
Eski dönemlerde medyada önemli görevlerde bulunmuş isimlerden bir tanesi iktidarın 22 yılda Türkiye’yi getirdiği nokta bu diye yazmıştı dün.
Gençlere yalan söylememek, zayıf toplumsal hafıza üzerinde siyaset sörfü yapmamak gerek.
“Devlet içinde infaz grubu kurulmuştur. Mahkemelere kadar gitmiş kişilerin elden ele teslim edilerek devlet elindeyken köprü altında ölü olarak bulunmasının faili meçhul olamayacağı aşikardır. Devletin tüm kurumları yapılanlardan haberdardır.”
Tırnak içerisinde okuduğunuz bölümü Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın hazırladığı Susurluk Raporu’ndan aldım.
Ankara’da bugün ortaya çıkan tablo elbette rahatsız edici ama 1990’ların Türkiye’sindeki manzarayla mukayese edilemez bir durumdayız.
Gençlere yalan söylememek, ulusal güvenliği alakadar eden bir konudan siyaset malzemesi çıkarmamak gerekir.
★★★
Ankara’da ortaya çıkan tabloyu Emniyet’te İç Savaş diye değerlendirenler de var.
Bir mücadele olduğu doğru ama iç savaş lafı tüm emniyet teşkilatını savaş halinde gösterir, şu an öyle bir noktada değiliz.
Nereden biliyorsun diyenler çıkabilir, biliyorum zira devletin güvenliğiyle ilgili birimlerin iç savaş dönemini yaşamış bir nesiliz biz.
“MİT-Jandarma-Polis bağlamında da sorunlar bulunmaktadır. MİT’e göre 1992’den 1997 sonuna kadar 100’ün üzerinde MİT kaynağı, diğer güvenlik birimlerince sorguya alınmış, bunların önemli bir kısmı şiddet dahil baskıya tabi tutulmuş, 215 civarında kaynak taraf değiştirmiş, 15’i faili meçhul cinayete kurban gitmiştir.”
Tırnak içerisindeki bölümler yine Başbakanlık Susurluk Raporu’nda yer alan cümleler. Bir rapor ve sadece Susurluk olayıyla sınırlı değildi yaşadıklarımız.
Kadir Sarmusak adını hatırlamaz gençler, 28 Şubat Davası’nda Batı Çalışma Grubu belgelerini Emniyet İstihbarat Dairesi’ne sızdırmakla suçlanmış ve yargılanmıştı. 1990’lı yıllarda güvenlik ve istihbarat kurumları arasında iç savaş yaşandı, bu doğru, bugün o noktadan fersah fersah uzaktayız.
★★★
Gençlere yalan söylememekle başladım öyle bitireyim:
1993 yılında dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Güneydoğu’da olduğu bir dönemde olayların yaşandığı Lice’ye gitmek istedi.
CHP otobüsü, Lice’ye 30 kilometre kala durduruldu, Baykal ve beraberindeki milletvekillerine daha ileriye gidemeyecekleri söylendi.
Telefonlar çalıştı, Devlet Bakanı Necmettin Cevheri, sadece milletvekillerinin geçişine izin verilmesini sağladı.
Otobüsün şoförü indi, direksiyona milletvekili Eşref Erdem geçti. Baykal ve CHP heyeti bir süre daha gittiler ama Lice’ye en fazla 10 kilometre yaklaşabildiler, daha ileriye gitmelerine izin verilmeyince geri dönmek zorunda kaldılar.
Lice’nin kişisel tarihimdeki yeri daha basit ama bugüne dair çok şey söylüyor aslında. O yıllarda radyoda kampanya düzenleyip, topladığım kitapları Güneydoğu’daki ilçelerin okullarına götürüyordum. En normal zamanda bile Lice’den en geç saat 14:00’te ayrılmam gerekiyordu, hava karardıktan sonra yol terör örgütünün denetimine geçiyordu. Bugün o yolda 24 saat trafik var, terör Türkiye sınırlarının dışına çıkarıldı sonunda…
★★★
Geçmişe bakıp, bugün yaşananlara şükredelim demiyorum kesinlikle.
Ankara’da yaşananlar mutlaka açığa çıkarılmalı ve kamuoyunun zihninde tek bir şüphe kırıntısı bırakılmamalı.
Buna karşın siyaset yapmak ya da muhalefet etmek adına geçmişi hiç yaşanmamış varsayanlara da şaşırıyorum.
Türkiye’nin 1990’lı yıllarda yaşadıkları ve 1970’li yıllarda Jandarma Astsubay okullarıyla devlet içerisinde örgütlenmeye başlayan FETÖ’nün ulaştığı güçle yaptıklarına bakınca bugün yaşadıklarımız dünyanın sonu gibi gelmiyor insana.
Yapmamız gereken, bir krizden siyaset üretmek yerine, tüm gücümüzle soruşturmaya odaklanmak ve kamuoyu adına tüm bağlantıların ortaya çıkarıldığından emin olmak.
Demokrasimizin ihtiyacı ve bize düşen görev tam olarak bu…