Siyasi tavrı bir yana… Çok renkli ve heyecanlı adamdı Çetin Altan… Onu 8. ölüm yıldönümünde anarken (22 Ekim), çarpıcı bir öyküyü anlatmadan geçmeyelim…
Yaşanmış olay Doğan Özgüden’in “Vatansız Gazeteci” adlı kitabında geçer.
Halen Belçika’da yaşayan değerli gazeteci Doğan Özgüden çok genç yaşta Akşam’ın Genel Yayın Müdürü oluyor. İlk iş olarak Çetin Altan’ı Milliyet’ten Akşam’a transfer etmek istiyor. Bunu yapmadan önce de patron Malik Yolaç ile konuşuyor. Patron biraz kuşkuludur:
– Çetin Altan problem çıkartır sana… Daha önce de buradaydı, bizi bırakıp gitti, diyor.
Özgüden, kararlı olduğunu söyleyince Yolaç “Tamam” diyor:
– Sen bilirsin, seçimi sana bırakıyorum. Ama Çetin konusunda söylediklerimi de unutma…
Özgüden patronla yeni yazarı arasında buzları eritmek için eşi İnci Tuğsavul Özgüden ile evinde bir yemek düzenliyor. Yemekte söz siyasete gelince Çetin Altan yavaş yavaş öfkeleniyor. Patron Malik Yolaç’a burjuvalığından başlayarak hakaretler yağdırıyor. Bir iki dayanan Yolaç, sonunda lise arkadaşı Çetin Altan’a sert bir yanıt veriyor. Bunun üzerine Çetin Altan seri bir hareketle belinden tabancasını çıkartıp rasgele ateş etmeye başlıyor. Kurşunlardan biri de İnci Hanım’ın kulağının dibinden geçiyor. Bu sırada Malik Yolaç, Altan’ın üzerine atlayıp silahını elinden alıyor. Sonra da Özgüden’e “Ben sana söylemiştim” diyerek evden ayrılıyor. Böylesi bir durumda yazar istifa eder. Daha öncesinde de patron yazarı kovar. Ama bunların hiçbiri olmuyor. Çetin Altan ertesi gün elinde tek kırma panayır tüfeğiyle gazeteye geliyor, şaka ile karışık “Doğancığım” diyor:
– Dün akşam yarım bıraktığım işi bitirmeye geldim!
Malik Bey’in odasına gidiliyor, uzun süren kahkahalı sohbet sonunda Çetin Altan odasına çıkıp ertesi günkü yazısını yazmaya başlıyor!
***
Gazeteci Nazım Alpman, birkaç yıl önce Doğan Özgüden’le ilgili belgesel çekerken Malik Yolaç’ı ziyaret ediyor ve bu olayı soruyor. Artık 95 yaşında bir canlı tarih olan Malik Yolaç gülümsüyor. Çetin Altan’ın kendisine doğru iki kez ateş ettiğini, daha sonra üzerine atlayarak silahını aldığını anlatıyor.
– Neden kovmadınız? Size ateş etmiş?
Yolaç’ın cevabı:
– Ben onu silahşor olduğu için gazeteye almadım ki, attığını vuramadı diye kovayım! Yazıları için almıştım, o da işini güzel yapıyordu. Ama tabancasını 1 ay vermedim!
CAFE CÜLTÜRÜ
Çok eskiden oralara kıraathane denirdi. Çünkü o mekânlar çay kahve eşliğinde gazete kitap okunan yerlerdi. Adları sonra kahvehane oldu. Kahve oldu. Cafe oldu.
Özellikle Kadıköy ve Moda kafeleriyle ünlü merkezler haline geldi.
Burada cadde üzerlerinde sayısız kafe görebilirsiniz
Çoğu kaldırımı işgal etmiştir.
Ancak bu kafelerde oturup kitap okuyamazsınız.
Çünkü çoğu yarı karanlıktır.
Üstelik oturacak yerler de fevkalade rahatsızdır.
Sandalyeler, hasır bile değil, sert tahta veya formikadır. İngiliz veya Fransız kafelerini bizde boşuna ararsınız.
Moda’da bir kafe sahibine neden böyle rahatsız oturma mobilyaları seçtiklerini sordum. Güldü:
– Açıkçası insanların fazla uzun oturmasını istemiyoruz, dedi…
Bu mekanlarda bir çay 30- 40, bir kahve 70-80 lira…
Bastır parayı, çayını iç, masaları fazla işgal etme, çık git.
Kıraathane kültürünün yerini bu “cafe kültürü”! aldı.
BÜFEYE HÜCUM
Bolu’da yaşayan eğitimci Ali Özdemir bir döviz büfesi önündeki kuyruğu resimleyip yollamış…
Muhtemelen 5 bin liralık emekli ikramiyesini alan vatandaşlar bunlar…
Parayı alır almaz döviz büfesine koşup dolar ya da euro alarak yastık altına atacaklar…
Öğretmen Ali Özdemir bu vatandaşları biraz düşüncesiz olarak niteliyor…
TL gibi dolardaki artış da enflasyonun altında kalıyor malum…
Öğretmen Özdemir en sağlam yatırımın büyük şirketlerin hisse senedi olduğunu söylüyor…
Vatandaş ise geçmişte kazığı yedi bir daha borsanın semtine uğramak istemiyor.
TL’nin yolculuğuna gelince…
Her zaman alışveriş ettiğim pastanede kuru pastanın kilosu 350 liraydı 400 lira olmuş… Bir şişe portakal suyu almaya kalkıştık. Cam şişede 700 gramı 75 lira… Kuru fasulyenin porsiyonu lokantada 100 lira… Fiyatlar aldı başını gidiyor. Nerede duracak, kim biliyor?